SEPTEMBER 24, 2019
DURUKAN DUDU
Bu süreçte temel söylem şu olmalı: En kaliteli, besleyici, “çocukluğunuzun” gıdasından bile daha iyi gıdalarla beslenmek istiyorsanız, onarıcı tarıma gelin
Geçen gün yayınlanan Onarıcı Tarım 101‘i takiben, soruları da cevaplandırmaya çalışarak devam edeyim. 13 kişiden gelen 13 soruyu elimden geldiğince sınıflandırarak ve bağlamlarını bozmadan, kapsamlarını yeniden ele alarak cevaplayacağım. Bugün ve yarın.
****Nerede? Hangi çiftçiler?
Ülkeye, bölgeye, çiftçinin üretim ölçeğine ve skalasına bağlı olarak bu sorunun cevabında hatırı sayılır farklılıklar olacaktır. Yine de, bazı ortak süreç, gereklilik ve engellerden bahsetmek mümkün. Türkiye’yi odağa alarak cevaplamaya çalışayım.
Çiftçiler onarıcı tarıma, 1) zorunluluktan veya 2) fırsat gördükleri için geçiyor.
Zorunluluğa en güzel örneklerden biri, iklim değişikliğinin yarattığı aşırı hava olayları. 4-5 sene önceki kavurucu yazın ABD mısır üreticilerine etkisi çok ağır olmuştu. Keza 2018 yazının İskandinavya’da yangınlar çıkaran, ot üretimi dip yaptığı için herkes hayvanlarını satışa çıkarınca mezbahaların üç ay sonrasına sıra verdiği İsveçli üreticiler… Böyle durumlarla karşılaşan çiftçilerin en azından bir kısmı, toprakta su tutamadığının, çıplak toprakta tavan yapan yüzey sıcaklıkların mikroorganizmaların yaşamasını ve çalışmasını engellediğinin, ani yağışların arazilerini mahvettiğinin farkına varıp araştırmaya girişiyor. Benzer şekilde, yüksek girdi maliyetlerinin yanısıra, iklim anomalileri veya hastalık nedeniyle tek-çeşit üretim (monokültür) şekillerinin artan sıklıkla yarattığı büyük iflaslar… Eskiden beri çiftçilik yapanlardan onarıcı tarıma geçenlerin hikayelerinde böyle zorluklar, ekonomik iflaslar, “kaybedecek bir şeyimiz kalmadı” noktaları oldukça fazla.
Fırsat görerek geçenler ise, dünyayı takip eden, araştırmacı, yenilikçi çiftçiler. Genelde yerellerindeki bir lider kişiliğin başlattığı yolu takip ederek, uygulamayı doğrudan gözlemleyerek ve 1-2 sene küçük ölçekte deneyerek başlıyorlar. Sosyal baskı karşısında cesaretli, yörelerinde kolay kolay “dalga geçilemeyecek” ağırlığa sahip kişiler bunlar. Buraya kadar anlatılanın Türkiye’de güzel bir örneği, Sarayönü’nün (Konya) anıza ekim konusunda kısa sürede açık ara Türkiye lideri haline gelmesidir. Dönemin ilçe tarım müdürü Mehmet Karlı’nın önderliğinde gelişen sürecin içinde sanayicilerin nasıl ikna edildiğine kadar bir çok ilginç öğe var. Anıza ekim yapan çiftçilerde bir paradigma değişimi olmasa da, bazı yokedici uygulamalar (örnek: anıza ekim öncesi yeşil “öldüren”/ glifosat, yani Monsanto’nun ünlü “Roundup”u) devam etse de… Nihayetinde, özellikle eski çiftçilerde keskin geçişler algısal, kültürel, sosyal ve “ben bütün hayatımı yanlış uygulamalar üzerine mi inşa ettim?” isyanlarının zorluğu nedeniyle, zor. Bir insanın tuttuğu takımı ya da siyasi görüşünü değiştirmesi ne kadar zorsa, “gelirine doğrudan yansıması” gibi kesin sonuçlar görmeden, babadan kalma mesleğini (tarımı) icra etme şeklini kökten değiştirmesi de o kadar zor.
Türkiye’de arazi yapısının aşırı parçalığı, parsellerin fazla küçük olması ve özellikle doğal mera veya çok-katmanlı savan haline getirilen arazilerin bütünlüğüne diğer çiftçiler tarafından saygı gösterilmemesi de başka bir sorun. Araziye erişim kadar “kontrol” de önemli.
Daha yukarıdan bakarsak, onarıcı tarıma geçişlerin gerçekleşmesi için iki temel etmenin aynı anda ve paralel şekilde vuku bulmasına ihtiyaç var:
Katma-değerli pazarlar ve
Teknik bilgi/destek ağı
Pazar kısmını çözmenin ayrı ayrı ya da aynı anda (keşke!) gerçekleşebilecek iki temel yolu var.
Birincisi, kamusal kurumlar yoluyla oluşturulacak bütçelerle, toprağına karbon gömen, biyolojik çeşitliliği arttıran ve gösterge olarak belirlenen diğer “ekolojik hizmetleri” iyileştiren çiftçilere, yarattıkları onarım miktarıyla orantılı olarak sübvansiyonlar verilmesi. Bu aslında “sübvansiyon/destek” değil, çiftçinin “ulusal güvenlik konusunda yarattığı katkı”nın karşılığının verilmesi olarak tanımlanmalı. Bu mekanizmalar Avustralya’da toprak organik maddesi (karbon/karbondioksit, yani iklim değişikliği bağlamında) denendi. ABD’de benzer diyaloglar bazı senatörlerin dahiliyetiyle devam ediyor. AB’nin de bu konuda hazırlıklara başladığını takip etme şansı yakaladığım kapalı çember bilim kurullarının oluşturulmasından biliyorum.
İkincisi ise, girişimler, markalar ve gıda girişimleri aracılığıyla, onarıcı tarım yapan çiftçilerin yetiştirdiği özel, besin değeri yüksek ürünlerin, görece daha yüksek fiyatlar ödemeyi göze alan tüketicilere ulaştırılması. Türkiye’de SafiMera örneğinde, hayvancılık yapan üreticilerin hayvan başına %10-20 arası daha yüksek ödeniyor. Bu durum, çiftçinin karının 2-3 katına çıkması anlamına geliyor. Bu girişimlerin ölçeklendirilmesine destek vermek, “kuluçkalar” ve finansman olanakları yaratmak önemli.