JUNE 23, 2015
DURUKAN DUDU
Onarıcı tarımla uğraşanlar çiftçiliğin, çobanlığın, kırsalda yaşamın, gıda üretiminin “toplumun alt tabakalarına”, “cahillere” layık olduğunu söyleyen ana akım paradigmayla dalga geçen ve önemli kısmı sonradan olma çiftçilerden oluşan genç, yaratıcı, özgürlükçü bir nesil. Toprak Atlasından bir makale;,
Bizi asla bırakmayacağına, hep bıraktığımız yerde duracağına, sadık yârimiz olduğuna emin olduğumuz toprak hakkında ne biliyoruz? Her gün adımladığımız toprağın içinde ne olup bittiği hakkında bilgilerimiz, gizemli ve sır dolu evrenin işleyişi hakkında bildiklerimizden fazla değil. Bildiklerimiz ise coğrafya kitaplarında yazanın aksine toprağı onarıp geleceğimizi güvence altına alabileceğimizi söylüyor.
Her şeyden önce toprak, gezegendeki en zengin ve bereketli ekosistem. Dünyaca ünlü toprak uzmanı ve “Soil Food Web” (Toprak Gıda Ağı) kurucusu Dr. Elaine Ingham ve Avusturalyalı bilim insanı Christine Jones başta olmak üzere “bütüncül” toprak bilimcilerinin ısrarla hatırlattığı çok önemli bir nokta var: Toprak, mineraller, toz ya da kaya segmentleri, oksijen ve mikro organizmalardan oluşan “ayrılmaz ve ayrılması teklif dahi edilemez” bir bütün. Sabanla, pullukla, traktörle, kimyasal gübreler ve zehirlerle sıkıştırılıp havasız hale getirilmiş ve mikroorganizmaları soykırıma uğramış toz parçaları bilimsel olarak da toprak değil. Çünkü toprak canlı bir habitat. Bombalarla yerle bir edilip içindeki tüm canlıların yok edildiği, binaların moloz yığınına dönüştüğü bir yere nasıl yaşam alanı; şehir, köy ya da kasaba demiyorsak artık, içindeki tüm yaşamın yok edilip bununla bağlantılı olarak toprağın fiziksel yapısının bozulduğu zemine de toprak demiyoruz.
Öte yandan “bir santim toprak 1000 yılda oluşur” söylemi tamamen yanlış değil ama önemli ölçüde eksik. Toprak fiziksel ve biyolojik olmak üzere iki süreçle oluşur. Evet, fiziksel toprak oluşumu için uzun zaman gerekir: kayalar aşınacak, çatlayacak, toz haline gelecek, mikroorganizmalar tarafından sindirilip toprağın yapıtaşlarına dönüşecek. Ancak biyolojik toprak oluşumu ki; esas süreç budur, bir çoğumuzun hayal edebileceğinden çok daha hızlı gerçekleşebiliyor: Onarıcı tarım yöntemleriyle, aynı arazide bir yandan çok sağlıklı ve verimli gıda üretimi yapıp bir yandan da senede 1-2 santim toprak yaratmak işten bile değil. Bu toprak oluşumu fotosentez ve toprak üstü çürüme döngülerini güçlendirerek kısmen yukarı doğru, çoğunlukla ise üst toprak altındaki kayaç kısımları canlı üst toprağa dönüştürerek aşağıya doğru gerçekleşiyor. Türkiye’de son 50 yılda hızlanan yok edici tarım pratiklerinin de etkisiyle 30-50 santimlik üst toprak katmanı “görece iyi” kabul ediliyor bugün, halbuki 3-4 metrelik üst toprak katmanlarına yeniden ve oldukça hızlı bir biçimde ulaşmak mümkün. Teknik bir detay zannedilmesin bu, böylesi bir değişimin sonuçları en ala bilim kurgu kitabını aratmayacak kadar derin ve radikal.
Toprağın iklim değişikliğiyle olan ilişkisi de kamuoyunda konuşulandan çok daha fazla. Çünkü toprak yeryüzünde okyanuslardan sonraki en büyük karbon yutağı. Üzerinde yürüdüğümüz 20-30 santimlik, en fazla bir kaç metrelik incecik toprak kabuğundaki karbon miktarı, gezegenin bütün ağaçlarındaki, otlarındaki, hayvanlarındaki yani biyokütledeki toplam karbon miktarının 4 katı kadar. Bu da yaklaşık 2300 gigaton ediyor. Üstelik toprağın en aç yutak olduğu rahatlıkla söylenebilir. Sabanın icadından beri tarım nedeniyle organik maddesini yani karbonunu hızla kaybeden toprağın, atmosferdeki karbondioksiti Sanayi Devrimi öncesi seviyelere (280 ppm civarına) inene kadar yutmasının önünde teknik bir engel yok. Bugün artık kronik bir kriz haline gelen su meselesinin de çözümü toprakta: toprağın organik madde miktarını %1 arttırmak, kilometrekarede 15.000 ton daha fazla suyun emilmesi, bundan onlarca kat fazlasının tutulabilmesi anlamına geliyor. Yani erozyon yaratarak ilerleyen seller ve onları takip eden kuraklık, kuruyan akarsular kader değil. Sadece Kapalı Konya Havzası’nda %1’lik organik madde artışı, 750 milyon ton suyun toprakta tutulabilmesi demek. Bu da sulama ihtiyacının azalması, sellerin yok olması, kuraklığın bitmesi, göl ve akarsuların yeniden akmaya başlaması, gıda üretiminin ciddi oranlarda artması, erozyonun yok olması demek. İklim değişikliğinin getirdiği mevsimsel yağış anomalileri de göz önüne alındığında, toprağı suyu tutan ve yavaş yavaş salan bir sünger haline getirmenin önemi daha da ortaya çıkıyor.
Türkiye’ye gelecek olursak… tarım arazilerinin karşı karşıya olduğu üç temel sorun var.
1.Erozyon (Toprak aşınımı): Türkiye’deki tarım arazilerinin %70’ine yakınında erozyon, çoklukla da su erozyonu görülüyor. Arazilerin genelde eğimli olması ve özellikle de tarlaların sürülmesi yani pulluk kullanımı bunun temel sebebi. Pulluk hem toprağın canlılığını yok etmesi, hem toprak üstünü çıplak bırakarak erozyonu hızlandırması, hem de organik madde içindeki karbonun atmosfere salınmasına neden olduğu için toprak bozunumunun birincil faillerinden. Konya Sarayönü ilçesinin sadece 4-5 yıl içinde ve yerel aktörlerin ısrarlı çalışmalarıyla bir onarıcı tarım yöntemi olan pulluksuz tarımda geldiği nokta çok umutlandırıcı. Sarayönü, 40.000 dekara yakın arazide pulluksuz tarım yapılan, bu anlamda Türkiye’de açık ara önde olan bir il. Hem ekonomik, hem de ekolojik anlamda bunun sonuçları görülüyor. Bayır ve mera alanlarında ise üreticilerin yerelde dahil olarak beraber oluşturduğu “Bütüncül Planlı Otlatma” algoritmaları kendini dayatıyor.
2.Toprağın canlılığını yitirmesi: Türkiye’de tarım arazilerinin yarısından fazlasında organik madde %2 ve altında. Bu sayı, Türkiye tarım arazilerinin yarısının “ölü” olduğunu gösteriyor. %22’sinden fazlası ise %2-3 ile orta seviyede. Organik maddenin bu düşmesi bir kader değil, bu düşüş insan kaynaklı. Nedenleri de temelde tarlaların sürülmesi, azot başta olmak üzere sentetik gübre, kimyasal tarım zehirleri ve toprak erozyonu. Bu yüzden onarıcı tarım yöntemleriyle bu oranların hızla yükseltilmesi gerek. Tersten bakılacak olursa da bu oranları acilen yükseltmenin tek yolu onarıcı tarım, özellikle Bütüncül Planlı Otlatılan küçükbaş ve büyükbaş sürüleri.
3.Tarım arazilerinin atıllığı: Bu, düşünüldüğünden daha karmaşık bir sorun. Kabaca tarım politikaları, kırsal demografinin değişimi, özellikle genç çiftçilerin azalması ve mülkiyet, mesafe, arazilerin çok küçük ve dağınık parçalardan oluşması gibi araziye erişim sorunlarından kaynaklanıyor. Konvansiyonel tarıma “değmeyen” bu arazileri düşük girdili ve yüksek bereketli onarıcı tarım teknik ve tasarımlarıyla üretken hale getirmek mümkün.
Önemli olan ve esasında tüm insanlığın ve gezegenin kurtuluşu için yegane çare, günümüzün küresel ve yerel bütüncül bağlamları doğrultusunda yerelde örgütlenen, son derece yaratıcı, geçmişe hayır demeyen ama geçmişi olduğu gibi kabul etmek zorunda da hissetmeyen, önüne sürdürülebilirliği değil onarıcılığı alan, birbirleriyle ve şehirlerdeki türeticilerle sürekli iletişim halinde özgün gıda toplulukları modelleri kurgulayan yeni nesil onarıcı çiftçiler.
Onarıcı tarım (Regenerative Agriculture), içinde bütüncül yönetimden permakültüre, dönüm hattı tasarım ve uygulamalarından biyodinamik tarıma kadar pek çok farklı ekolün sunduğu yöntemsellikler ve dünyanın her köşesinden halihazırda onbinlerce çiftçinin internet üzerinden deneyim paylaşımıyla, dünyanın en hızlı büyüyen toplumsal hareketlerinden biri. Sözde kalmayan, çok farklı ölçek, iklim ve şartlarda özgün çözümlerle bir yandan başta toprak olmak üzere ekosistemleri onarırken bir yandan da sağlıklının ötesinde şifalı bir gıdayı konvansiyonel üretim maliyetleriyle aynı düzeyde ve hatta bazen daha ucuza üretebilen bir hareket bu. Çiftçiliğin, çobanlığın, kırsalda yaşamın, gıda üretiminin “toplumun alt tabakalarına”, “cahillere” layık olduğunu söyleyen ana akım paradigmayla dalga geçen, yeni nesil ve önemli kısmı sonradan olma çiftçilerden oluşan genç, yaratıcı, özgürlükçü bir nesil bu.
Türkiye’nin engebeli arazilerle düz arazilerini nispeten dengeli biçimde dağıtan bir coğrafyası ve bununla beraber iklimsel dinamiklerin yerel kültürlerle iç içe demlenerek yarattığı belli toprak-insan örüntüleri var(dı). Bayırda mera temelli hayvancılık ile ovada ziraat dengesi ve bunun simbiyotik ilişkisi yüzyıllar boyunca nispeten sürdürülebilir bir tarım döngüsü yaratılmasını sağladı.
Öte yandan bu örüntüler artık makro ve mikro sebeplerden dolayı işlemiyor ve toprak ekosistemleri bu çöküşün en büyük mağduru. Mağdur etmenin de ötesinde “bindiğimiz dalı kesme” hali var. Onarıcı tarım burada hayati derecede önemli fırsatlar sunuyor: Kabaca kategorilendirirsek;
Onarıcı tarım Türkiye’de toprak ekosistemini, toprağın su tutma ve emme kapasitesini ve verimliliği hızla güçlendirirken çiftçinin gelirini arttıracak, sosyal yapıyı onaracak devasa fırsatlar sunuyor. Toprakla olan ilişkimiz “ya doğa ya insan” tekerlemesine mahkum olmak zorunda değil. İkisini birden kazanabileceğimiz yöntemler var, yıllardır da uygulanıyor ve müthiş başarılar elde ediliyor.